15 Ekim 2008 Çarşamba

rakı

03 nisan ’06, cihangir

kimse alınmasın, sabahın beşine kadar müşteri bekleyip, neredeyse sattığı tek ürünün hemen tüm türleri soğuk içilirken, bunları sıcak satan esnafa siz ne dersiniz bilemem ama; bendeniz, "sığır" derim.

günlerdir tembellik istikametinde bir sığıra denk geliyorum; oradan kafama takıldı az önce kendime rakı koyarken.

bir ara sokaklarda karşılaştığım sığırları eğitme misyonu yüklenmiştim kendi kendime; pek çok kez kafamın ya da suratımın dağılması ya da kemiklerimin kırılmasıyla sonuçlandığı için, artık yalnızca polis memurlarına bulaşıyorum.

artık onlara karşı koruyabiliyorum çünkü kendimi. nedense, söylediklerim bir yana, tipime rağmen girmeye cesaret edebilen çıkmadı, artık 10 yılı kafadan geçmiştir. avrupa birliği ayaklı, uygulanmayan insan hakları reformlarından çok önceden beridir yani.

sabır testlerinden birinde, evimin yolunda olduğu için hemen her gün geçtiğim konsolosluğun önünde gece-gündüz nöbet tutan polisleri hedef almıştım.

sonunda biri, “beyefendi, amacınızı anladık; bize şiddet uygulatamayacaksınız. sabahın beşi oldu, işimizi engelliyorsunuz. evinize gidin artık, lütfen” deyince, durumu kavrayıp dayak yeme sevdamdan vazgeçmek zorunda kalmıştım.

çünkü, bu uyarıyı dikkate almamam, suç işlemeye başlamam anlamına geliyordu ki, daha önceki vukuatlarımı ister istemez görecek olan hakim, istemese de yasalar karşısında elleri kolları bağlı kodese tıkabilirdi bu masum kardeşinizi.

ama, artık bunu da yapmayacağım, söz veriyorum huzurlarınızda kendime. ortalık çok gergin harbiden, şiddet her koldan patladı memlekette; bunların da sinirleri iyice gerildi. daha da gerilecek gibi görünüyor üstelik.

neyse, konuyu dağıtmayalım. deneyimler gösteriyor ki, sığır eğitiminde başarısızım ve sıcak rakı satan sığırları başka bir misyonere bırakıyorum. özellikle, geç saatlerde tavsiye ederim.

neredeyse, 5 yaşından beri rakı satın alır bu kardeşiniz bakkaldan. ulu manitu, o yaştan itibaren ufaktan bakkala göndermeye başladı biraderinizi. amaç, eğitimdi; sosyal iletişim. rakı da, hemen her daim alışveriş listesinde bulunduğundan, genç yaşta aldı arkadaş şişeyi eline.

bu alışveriş dönüşlerinin belki de ilkinde, ilklerinde meydana gelen elim hadise bir yana, hiç bırakmadı arkadaş şişeyi elinden daha sonra.

o gün bırakmasının nedeni ise, düşmesiydi. ayağı basamaklara takıldı, düştü işte çocuk.

o kadar üzüldü, öyle zırıl zırıl ağlamaya başladı ki, ulu manitu, muhtemelen geri zekalı olduğunu düşündü büyük oğlunun. çünkü, bir yerine bir şey olmadığı halde ağlamayı sürdürüyordu.

bu durumda, başına gelen bu salak kaza nedeniyle cezalandırılacağından korktuğu için ağladığı endişesine kapıldı çocuğun. can havliyle salak çocuğunu teskin etmeye uğraşırken, kendi içi acıdı, çocuğu üzülüyor diye.

sahtekar olduğumu düşünmemiştir umarım?

çocuk ise, üzülüyordu harbiden; çok üzülüyordu rakı şişesinin kırılmasına. ama, korkudan değildi.

o yaşta görebildiği kadarıyla, rakı babasının en sevdiği şeydi ve o yok olmuştu. bunun sebebi de, biraderinizdi, salaklığı. ayağı basamaklara takılmadan önce, babası bir an önce sevdiği şeye kavuşsun diye salak salak koşuyordu çünkü.

yoksul olduklarının pek farkında mıydı o vakitler, onu hatırlayamıyor çocuk. öyleyse, üzüntüsü katlanmıştır. yazık lan, bacak kadar çocuk daha.

o çocuk, bir daha hiç kırmadı rakı şişesini. ve sığırlar çıkmadıysa karşısına, hep soğuk içti içkisini.

riko

Hiç yorum yok: